Maria Grazia Chiuri, geçtiğimiz mayıs ayında, tarihî nüanslar, kendi hayatından parçalar ve ilham dolu bir zihinle yaratmış olduğu Dior Cruise 2026 koleksiyonunu moda severlere sundu. Gördüğüm anda büyülendiğim bu koleksiyonu tüm detayları ve ilham kaynaklarıyla beraber siz tatlı okurlarıma sunmak için araştırdım. Bu platformda yayımlamış olduğum ilk yazımı okuyor olduğunuz için çok teşekkür ederim. Şimdi hazırsanız, öncelikle Maria’yı tanıyalım.
Maria Grazia Chiuri, 2 Şubat 1964’te İtalya’nın başkenti Roma’da doğuyor. Babası asker, annesi ise bir terzi. Maria, annesinin izinden giderek Istituto Europeo di Design’da, yani Avrupa Tasarım Enstitüsü’nde okuyup ardından Fendi’de çanta tasarımcısı olarak işe başlıyor. O bildiğimiz meşhur “Baguette” çantalarının tasarımında önemli rol oynamış birisi yani Maria. Ardından Pierpaolo Piccioli ile Valentino’nun kreatif direktörlük koltuğuna geçiyorlar. Burada birçok başarı yakaladıktan sonra, 2016 yılında Raf Simons’un yerine Dior’a atanıyor ve Dior hikâyesi o zaman başlıyor. Sekiz yılı aşkın süredir Dior ile modaya farklı bakış açıları sunsa da bugün biz, veda koleksiyonu olan Cruise 2026’yı inceliyor olacağız.
Ha, unutmadan; Maria Grazia, feminizm başlığıyla da sıkça anılmış bir tasarımcı. Direktörlüğü süresince podyuma feminizmi entegre ettiği birçok koleksiyon bulunuyor. “Hepimiz feminist olmalıyız.” Belki üzerinde bu sloganın yazılı olduğu tişörtleri hatırlarsınız.
Cruise 2026, birçok ilham kaynağı olan bir koleksiyon. İlk baktığınızda dikkatinizi çeken beyaz hâkimiyetini ana ilham kaynağı olarak ele alabiliriz. Peki, nereden geliyor bu? İtalyan bir aristokrat olan ve sanata çokça katkıda bulunmuş, Anna Laetitia Pecci, bizim bildiğimiz adıyla Mimi Pecci-Blunt’ın 1930’da Paris’te düzenlemiş olduğu “Bal Blanc”, yani Beyaz Balo’dan. Maria, bu hanımefendiden ve sanata katkılarından çok etkilendiği için bu şekilde onurlandırmak istemiş. Bahsettiğimiz Bal Blanc, adından da anlaşıldığı üzere beyaz temalı bir maskeli baloymuş. O zamanlara resmen damga vurmuş olacak ki, zamanın en meşhur dergileri bu balodan “Paris gecelerinin en muhteşem balosu” olarak bahsetmiş. Hatta neredeyse herkesin bildiği Picasso, Baroque, Eric Satie gibi sanatçılar da davetli listesindeymiş. Balonun gerçekleştiği mekân resmen bir sahneye dönüştürülüp sinema projeksiyonları yansıtılmış. Işıklar, maskeler, beyazlar ve müziklerle adeta sanatsal bir cümbüş oluşmuş. Bu balo, sadece renk skalası ve amaçlanan genel hissiyata ilham vermekle kalmayıp defilenin ismine de fikir oluyor. Maria, bu koleksiyonu “Bal de l’Imagination” (Hayal Balosu) olarak yeniden adlandırıyor. Ve “hayal” kelimesi bizi ilham kaynakları listesinin diğer maddelerine taşıyor.
1963 yılı, İtalyan sineması için çok önemli bir yıl; çünkü aynı yılda Federico Fellini Otto e Mezzo’yu çekerken, Luchino Visconti ise Il Gattopardo’yu çekiyor. İkisi de farklı tarzlara sahip olan önemli yönetmenler. Fellini, zihninde dönüp duran hayalleri tüm soyutluğuyla aktarıyor; Visconti ise aristokrat görkemini. Bu zıtlık; ekibin özel hayatını, yoğun çalışma programını, İtalya’nın o dönemki politik durumunu da içine almasıyla birlikte İtalya’da ufak bir gerginliğe sebep oluyor. O periyotta yaşananları anlatan Francesco Piccolo’nun kaleme aldığı La Bella Confusione (Güzel Karmaşa) kitabı, Maria’nın ilham kaynaklarından bir başkası. Bal Blanc’a nazaran daha karanlık havası, defiledeki beyaz balo temasının dışına çıkan parçalara ilham olmuş. Beyaz ve siyah arasındaki zıtlık, gerçek ve rüyaya atıfta bulunur nitelikte.
Renklerden ziyade, koleksiyonda parıltılar ve altın da hâkimiyet kuruyor. Bu noktada devreye giren de bir sonraki madde: Domus Aurea (Altın Ev). Domus Aurea, duvarları ve tavanları renkli fresklerle ve mitolojik sahnelerle süslenmiş, içerisinde yapay göller, bahçeler, sütunlu galeriler, altın kaplamalar, değerli taş süslemeleri ve hatta döner tavanlı yemek salonu bulunan bir saray. Bu saray, Roma İmparatoru Nero tarafından büyük Roma yangınından hemen sonra yaptırılıyor. Ki bu da milattan sonra 64 yılına tekabül ediyor. Rönesans döneminde de birçok sanatçıya ilham olmuş bu saray, Maria için de bir ihtişam metaforu. Defiledeki ışıltılar ve gölge oyunları varlıklarını bu saraya borçlu.
El işçiliğiyle dolu görünümlerin teknik bilgisi ise Roma’daki “Tirelli Costumi”, Türkçesiyle “Tirelli Kostümleri” adlı atölyeden geliyor. Bu atölyede opera, tiyatro ve sinema için tarihî kostümler üretiliyormuş. Maria, atölyedeki terzilerin dikiş yöntemlerini kendi tasarımlarıyla birleştirip defilesinde bizlere sunuyor.
Tabii ki bir defilede en önemli faktörlerden biri de gerçekleştiği mekân. Maria, bunun için de biçilmiş kaftan olup koleksiyonun kimliğiyle birebir örtüşen bir mekân seçmiş: Villa Albani Torlonia. Burası, 18. yüzyıldan kalma, normal şartlarda halka açık olmayan, sadece randevuyla girilebilen bir villa. Bahçeleri Roma ve Yunan heykelleriyle bezeli, manzarası Sabina Dağları ile Alban Tepeleri’ne bakıyor. Yani anlayacağınız, bahsettiğimiz her maddeyi bağlar nitelikte. Tarihî önemi, mimari görkemi, izole olması ve Roma’da bulunması, ne kadar doğru bir seçim olduğunun kanıtı.
Tüm bu detaylar hazırlanırken, Maria’nın 2020’den beri restorasyonunu sürdürdüğü Teatro della Cometa (Kuyruklu Yıldız Tiyatrosu) tamamlanıyor. Bu tiyatro salonu, 1958’de Mimi tarafından kurulup on yıl süren faaliyetten sonra maalesef bir yangın sonucu kullanılamaz hâle geliyor. 1986 yılında tekrar açılsa da pandemi şartları yüzünden tekrar kapanıyor. Maria ise kapandığından beri yürüttüğü restorasyonla birlikte salonu tekrar kullanıma açıyor. Ki bu ikisinin denk gelmesi de bu defilenin sinema ve sanata olan yakınlığının bir başka göstergesi.
Defile günü, aslında açık havada gerçekleşecek bir runway için talihsiz bir olay yaşanıyor ve yağmur çiselemeye başlıyor. Fakat bu durum, moralleri bozmak yerine Maria’nın hoşuna gidiyor çünkü yağmur, konseptin romantikliğiyle birebir örtüşüyor. Ve hatta hedeflenene çok daha güzel bir yorum katıyor.
Maria’nın hikâyesinde Roma çok önemli bir yer teşkil ediyor. Orada doğuyor, ailesi orada yaşıyor, modaya tutkusu orada başlıyor, eğitimini orada alıyor, birçok markayla orada çalışıyor. Bu yüzden Dior gibi, kariyerinde bu kadar büyük bir rol oynamış bir markaya karşı vedasını kendi köklerinde gerçekleştiriyor olması, bu vedaya kendi hayat görüşünü koyuyor olması çok değerli ve bir o kadar da hüzünlü. Onu farklı bir markada göreceğimize dair henüz bir bilgi gelmedi fakat eminim ki Maria, elinin değdiği her alanı güzelleştirecektir.
Şimdi biraz da bu defileye katılım sağlayanlara bakalım; çünkü defile alanı resmen ünlüler geçidi gibiydi ve hepsi de temaya çok uygun giyinmişti. Ee, tabii ki dünyanın en büyük markalarından birinde bir devir sona erip diğeri başlarken bu ana şahitlik etmek fırsatı kaçmaz.
Alexandra Daddario
Natalie Portman
Rosamund Pike
Sadece birkaç tanesini ekleyebildim ama her yerden bu defilenin görsellerine ulaşabilirsiniz. Genel anlamda, tüm detaylarıyla birlikte çok beğendiğim bir defile oldu, hatta bu yıl en beğendiklerimden ilk üçe girer bile diyebilirim. Artık Dior’un kreatif direktörü, Loewe’nin eski direktörü Jonathan Anderson. Bakalım Dior’u ve moda dünyasını Jonathan’ın döneminde neler bekliyor?
Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Benim için analiz etme açısından zor bir defile oldu, e-mail sınırı yüzünden biraz kesmek zorunda kaldım ama sonunda sizinle paylaşabildiğim için çok mutluyum. Umarım beğenmişsinizdir. Sonraki yazılarımın daha detaylı olmasını isterseniz iki parça olarak yayınlayabilirim. Yazılarımın devamı için motivasyonumu sağlamam ve motivasyonumu sağlamam için de sizin desteğiniz çok önemli. Abone olursanız çok sevinirim. Detaylarını merak ettiğiniz bir defile olursa inceleme önerisi olarak mutlaka yazın bana. 🤍🌟
paylaştığın şeyde bu yazi için gerçekten emek verdigini gordum ve bu asiri sicak hissettirdi bu yuzden okuyup seni desteklemeye gelmistim ve birde modayla ilgili oldugunu gordum tesadufen bir cevher bulmus gibi hissediyorum 😭😭
Bunun uğruna ineceğim durağı kaçırıyodum ama değdi böyle güzel yazıları okuyabildiğim için seviyorum bu platformu